Web 3.0’da veri, hiçbir güç odağının kontrolü altında bulunmayan, gerçek bir “değer”e dönüşüyor. Bu sayede kullanıcılar pazarlamacılara kendilerine daha çok ürün satılabilmesi için veri üreten küçük birimler olmaktan çıkıp, kimliklerini yeniden kazanıyorlar.
Efsaneler, sınırda bir gerçeklikte, gerçek bir zaman ve mekânda geçen, içlerinde doğru olup olmadığından emin olamadığımız, “Acaba bu gerçekten mümkün olabilir mi?” sorusunu sordurtan öğeler barındıran hikayelerdir. Efsaneleri gerçeklerden ayırmakta zorlanırız. Bu zorlanmanın bir nedeni, bizi gerçeklik çizgisinin bir bu yanına, bir diğer yanına savurmaları olduğu kadar, aynı zamanda derinlerde bir yerde bu hikayelerin gerçek olmasına dair duyduğumuz istektir.
Son günlerde sosyal medyada karşımıza sürekli çıkan Web 3.0 ve Metaverse kavramlarını açıklayan hikayeler de sıklıkla efsanelere yakınsıyor. Bu hikayelerin gündemi ve trend topic listesinin üst sıralarını sürekli meşgul ettiğini görüyoruz. Elbette bu efsanelerin gündemde tutulmasının ardında farklı sebepler de var. Örneğin kripto para piyasalarında bu kavramlarla ilişkili altcoinlerde meydana gelen yükselmeyi tesadüfle açıklamak zor. Vadettikleri gelecek hayali ile piyasalarda kendilerine yer buluyor, hepimize “Başka bir dünya mümkün mü?” sorusunu sordurtuyorlar. Peki, hikâyelerini efsanelerdeki sınırda gerçeklik algısına yakınsatan bu kavramlar, somut gerçeklikle ne kadar bağdaşıyor?
Web 1.0 olarak adlandırılan dönemde internet, yalnızca bazı kullanıcıların içerik üretebildiği, diğerlerinin ise geleneksel medyada olduğu gibi pasif bir pozisyonda sadece kendilerine verilen içeriği tüketebildikleri bir ortamdı. Web 2.0 ve sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte artık bireyler de içerik üretebilir, fenomen olabilir ve tabirin tam anlamıyla 15 dakikalığına da olsa ünlü olabilir hale geldi. İçerik üretebilme hakkı artık herkesin elindeydi. Ancak biliyoruz ki bu içerikler hala kullanılan medyanın ya da devletlerin kontrolü altında. Bir gönderiyi yayından kaldırmaktan, hesabınızı askıya almaya kadar tüm güç, server’ları elinde tutan şirketlerin ve bu şirketlerin bağlı oldukları yasaların ve ülkelerin elinde. Kendi ürettiğimiz veriye karşı gelişen tehditler bununla da sınırlı kalmıyor. Merkezi yapılar her daim internet suçlarının tehditlerine açık. Geçmiş skandallardan bildiğimiz kadarıyla her an verilerimizin çalınarak elden ele dolaşması tehdidiyle karşı karşıyayız.
Öte yandan bana göre Web 2.0 devrinin en problemli kısmı, bugün hepimizin farkında ve son dere hoşnutsuz olduğu iş modeli. Web 2.0 iş modeli kullanıcıların profil ve içerik verileri üzerinden yapılan hedefli reklamcılık sayesinde Facebook ve Google gibi Web 2.0 şirketlerini dünyanın en çok kazanan şirketleri haline getirdi. Bu şirketlerin sahipleri, dünyanın en zengin insanları listesine ilk 5’ten direkt giriş yaptılar. Bu durumun arkasında yatan pek çok sebep var. Ancak teknolojik anlamda durumun temel sebebi, verilerin merkezi bir kaynakta toplanması ve kullanıcı rızası olmaksızın bu kaynağın sahibi tarafından sınırsızca sömürülebiliyor oluşu.
Peki Web 3.0 tam olarak nedir? Hangi gerekçelere dayanarak bize Web 2.0’dan daha gelişmiş bir dünya sunacağını vaat ediyor? Bu sorunun cevabı, bu köşede sıklıkla rastladığınız bir terime dayanıyor: merkeziyetsizleşme. Web 3.0 hiçbir merkezi kontrol mekanizmasının, server’ın ya da şirketin verileriniz üzerinde söz sahibi olamadığı, hiçbir otoritenin sistemi “fişten çekemediği” bir ortam. Bir ütopyalar dünyası, belki de bir yakın gelecek.
Dağıtık defter ve blokzincir teknolojileri sayesinde günümüzde pek çok şirket verilerini geleceğin Web 3.0’ının minyatür versiyonu olan yapılarda saklamaya başladı. Bu teknolojiler verinin merkezi olmayan, yani bir kişi ya da kurumun kontrol altına alamayacağı, bir server’da tutulmayan, binlerce farklı bilgisayardan oluşan bir yapıda saklanabilmesine imkan veriyor. Dolayısıyla tek bir makinayı fişten çekmeniz ya da tek bir bilgisayarın üzerinde söz sahibi olmanız hiçbir anlam ifade etmiyor. Ağın üyelerinin tamamı aynı anda aynı yönde hareket etmedikçe (ki bu durum veri şifreleme teknolojisi dolayısıyla istatistiksel olarak neredeyse imkansız kılınıyor) verilerin manipüle edilmesi mümkün olamıyor. Bu sayede Web 2.0’ın güven, gizlilik ve şeffaflık sorunlarını da bertaraf etmiş oluyoruz. Web 3.0’da veri, sahip olunan bir meta olmaktan çıkarak; herkes tarafından paylaşılan ve hiçbir güç odağının kontrolü altında bulunmayan, gerçek bir “değer” ifadesine dönüşüyor. Bu sayede kullanıcılar kişisel verilerinin mülkiyetini ve kontrolünü yeniden kazanıyor, pazarlamacılara kendilerine daha çok ürün satılabilmesi için veri üreten küçük birimler olmaktan çıkıp, kimliklerini yeniden kazanıyorlar.
Web 3.0 dağıtık defter teknolojisi dışında yapay zeka, semantik web ve nesnelerin interneti gibi farklı teknolojilerin sayesinde kendine çok farklı gelişim alanları da çiziyor. Örneğin günümüzde sıkça tartıştığımız filtre balonlarından kurtulmamız da mümkün olabilir. Bir web sitesi, Web 3.0 üzerinde kullanıcı verilerini ticari amaçlara hizmet eden uygulamalarla paylaşmaksızın ekrana daha faydalı ve ilgili içerikleri getirmek üzere yapay zeka uygulamaları kullanabilir. Bu sayede Google’ın yarattığı balonlardan ve sonuçların çıkar gruplarının lehine manipüle edilmesi ihtimalinden kurtulmak da söz konusu olabilir.
Kısaca Web 3.0, bireyin kendi ürettiği veri üzerinde yeniden kontrol ve hak sahibi olmasını sağlayarak, kişiyi ve verilerini bir pazarlama metası olmaktan çıkartıp tekrar kendi kimliğine kavuşturma potansiyeline sahip. Dolayısıyla önümüzdeki on yıllar içinde veri sömürüsü üzerinden inşa edilmiş imparatorlukların çöküşüne tanık olabiliriz. Bunlar elbette hikayenin en olumlu, en cazip tarafları. Kulağa gerçek olamayacak kadar güzel geldiklerinin farkındayım. Neden gerçek olamayabileceklerine dair soru işaretlerimi de önümüzdeki hafta paylaşacağım.
Comments