Eylemsizlik: Bir cismin üzerine etki eden net toplam kuvvet sıfır ise, durmakta olan bir cisim durmayı, hareket etmekte olan cisim ise aynı yönde ve hızda hareket etmeyi sürdürür.
2021 yılı ülkemizin ve tüm dünyanın yangın ve sellerle boğuştuğu, iklim felaketleri nedeniyle binlerce insanın evinden, mülkünden ve hatta bazı insanlarımızın canından olduğu, bir yandan pandemiyle boğuşurken diğer yandan insanlığın geleceğini sorguladığımız zor bir yıl oldu. Uzun süredir hükümetlerin ve özel sektörün sorunun boyutlarını görebilmesi ve aksiyon almaya istekli hale gelmesini bekliyoruz. Böylesi ağır darbeler alan insanlığın, durumun vehametinin nihayet farkına varacağını, kısa vade odaklı, miyop bakışını en azından bir nebze genişletebileceğini umduğumuz bu zamanda gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) tam bir hayal kırıklığıyla sona erdi. Liderler kısa vade odaklılıkta, günü kurtarmakta ve fon kaynaklarına sevimli görünerek bir sonraki seçimleri garantilemekte ısrarcı, insanlığın geleceği için umursamaz pozisyonlarını korudular.
COP zirveleri, küresel ısınmaya karşı geliştirilen hükümetler arası ilk çevre sözleşmesi olan UNFCCC’nin yürürlüğe girdiği 1994’ten bu yana düzenleniyor. Bu yıl hem küresel salgının hem de iklim felaketlerinin gerek kamuoyu gerekse güçlü bir baskı unsuru olan sivil toplum kuruluşları nezdinde yarattığı endişeler ve yükselen sesler nedeniyle konferansa ayrı bir önem atfedildiğine tanık olduk. Konferansın ana amaçlarından biri 2015 Paris Anlaşması’nın sıcaklık artışlarını 1,5°C ile sınırlandırma hedefini ulaşılabilir hale getirmek üzere kalıcı aksiyonlar almaktı. Öte yandan delegeler yükselen deniz seviyeleri nedeniyle giderek daha büyük bir tehdit oluşturacak olan kuraklık, sel ve fırtına riskleri altındaki ülkeler için olası finansman kaynaklarını harekete geçirmekle de görevliydiler.
Ağır felaketlerle yüz yüze olduğumuz bu dönemde ve öngörülebilir gelecekte karşılaşacağımız risklerin tehdidi altında beklenti, dünya liderlerinin atacakları somut ve aksiyona yönelik adımlarla en azından gerçek ve inandırıcı bir “niyet” göstergesi sunmaları, konuyla ilgili tüm taraflara da bu yönde kendilerine katılmak üzere çağrıda bulunmaları yönündeydi. Ancak beklentileri karşılamaktan çok uzak sonuçlarla karşılaştık. Bu durumu ortaya çıkartan temel sorunlardan biri, zirveden çıkacak olan sonuç bildirgesinin tüm üyelerin onayından geçmiş olması zorunluluğu. Tek bir ülkenin dahi reddetmediği bir uzlaşı bildirgesi yayımlanmasının tek yolu da asgari müşterekte buluşmak… Bu yıl asgari müşterek noktasını belirleyen ise Çin ve Hindistan oldu. Bu iki ülkenin yoğun itirazları nedeniyle sonuç bildirgesinin en can alıcı noktalarından biri olan ülkelerin filtrelenmemiş kömür üretimini ve verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarını “aşamalı olarak kaldırma” kararı, “aşamalı olarak azaltma” şeklinde yeniden düzenlenerek onaylandı. Karbondioksit emisyonuna yüksek düzeyde katkıda bulunan Çin ve Hindistan, bildiri metninde fosil yakıtlardan söz edilmesine dahi karşı çıkarak, nihai metindeki ifadelerin önceki taslaklardan çok daha muğlak hale getirilmesine neden olacak önerilerde bulundular. “Aşamalı olarak azaltma” ifadesindeki keyfiyeti örneklendirmek üzere bir küçük not paylaşmakta fayda var: Bu gibi muğlak ifadeler ve metinler sonucunda, 26 yıldır düzenlenmekte olan konferansın sahaya etkisi SIFIR; 26 yıldır dünya çapında karbondioksit emisyonunun azaldığı tek bir yıl dahi olmadı. Kömür kullanımı kaynaklı emisyonları toplam karbondioksit emisyonu içindeki oranı %40 civarında. Dolayısıyla, karbon emisyonlarının azaltılmasına dair somut adımlar atılması beklenen bir konferanstan çıkan “aşamalı olarak azaltma” kararı da tam bir fiyasko olarak nitelendirilebilir. Üstelik bu muğlak ifadenin hayata geçirilmesi için belirlenen bir “son tarih” dahi bulunmuyor.
Ev sahibi İngiltere, konferansın küresel sıcaklık artışını maksimum 1,5°C sınırında tutma hedefinde ısrarlı olunması gerektiğini savunurken, Kasım ayı başında yayımlanan BM bilimsel değerlendirmesine göre ülkelerin en son iklim planları dünyayı 2.7°C ‘ye kadar ısınmaya götürüyor. Dolayısıyla mevcut “tedbirler” felaketi engellemeye yetmiyor. Bu konuda daha fazla emek ve kaynak ortaya koyması beklenen “gelişmiş” ülkelerde ise durum şu şekilde: Amerika %20 gibi çok yüksek bir oranla tarihsel olarak karbon salımına en çok katkıda bulunan ülke. Amerika’yı %11 ile Çin, %7 ile Rusya ve %5 ile Brezilya takip ediyor. Öte yandan, en yüksek sera gazı salımı sıralamasındaki ilk 3 (Çin, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri) toplam küresel emisyonların % 41,5’inden sorumlu iken, en alttaki 100 ülkenin toplamı için bu oran % 3,6. Ancak tahmin edebileceğimiz üzere en az katkıda bulunan en yoksul ülkeler, iklim felaketlerinden en çok etkilenen ülkeler arasında başı çekiyor.
Gerek felaketin ortaya çıkmasındaki sorumlulukları, gerekse ekonomik güçleri dolayısıyla gelişmiş ülkelerden beklenen ise yoksul ülkelerin iklim değişikliğinin etkileriyle başa çıkmalarına ve temiz enerji kaynaklarına geçmelerine destek olmaları. “Sorumlu” ve “zengin” ülkeler COP26’da, kuraklık, yükselen deniz seviyesi, yangın ve fırtına riski altındaki savunmasız devletlere çok fazla ihtiyaç duydukları finansmanı sağlamadıkları için ağır biçimde eleştiri aldılar. Söz konusu destek için gelişmiş ülkelerden alınan ve 2015’te Paris Antlaşması ile karara bağlanan “gelişmekte olan ülkelere “100 Milyar $’lık yardım sözü” hala yerine getirilmemiş durumda. Bu son derece yetersiz miktarın acilen ödenmesi için çağrıda bulunulurken, açılan fon miktarının 2025 yılına kadar 1 Trilyon $’a çıkarılması önerisi de gündeme getirildi. Yanılıyor olmayı diliyor olsam da mevcut durumda bu önerinin gerçekleşme ihtimalinin son derece düşük olduğu da ortada.
COP27 zirvesi önümüzdeki yıl Mısır’da gerçekleştirilecek. Bu yılki zirveden çıkan fiyasko kararlar nedeniyle sonraki yıllar için de liderlerin kısa vade odaklı, miyop kararlar almaya devam edeceklerini öngörmek pek de zor değil. Bu durum aklıma eylemsizlik kanunu getiriyor: bir cismin üzerine etki eden net toplam kuvvet sıfır ise, durmakta olan bir cisim durmayı, hareket etmekte olan cisim ise aynı yönde ve hızda hareket etmeyi sürdürür. Bana göre yazı boyunca bahsettiğimiz eylemsiz ve atalet içindeki duruşa dair anahtar kelime de bu ifadede gizli: “net kuvvet”. Sorulması gereken soru ise şu: İçinde yaşamakta olduğumuz dünyanın ekonomik, politik ve toplumsal koşulları altında nasıl bir kuvvet bu eylemsizliği, ataleti kırabilir? Bu sorunun olası cevaplarını önümüzdeki haftaki yazımda ele alacağım.
Comments